SÜT SIĞIRLARININ BESLENMESİNİN TEMEL İLKELERİ
Yem masrafları toplam süt üretimi giderleri içinde %45-60’lık oranda yer tutar. Bu nedenle süt sığırcılığında yem giderlerini göz ardı edilmezken besleme seviyeleri de süt sığırcılığında karlılığın maksimize edilmesinde önem taşır. Optimal besleme koşullarında hayvanlarda daha kaliteli ve fazla süt verirler. Dahası sağlık durumlarının iyileşmesi ile üreme ve ilaç muamelesi gibi veteriner masrafı gerektiren durumlardan da kurtulunur.
Süt hayvanlarında da iyi bir sürü manejmanı esansiyeldir. Süt hayvanlarının yemlenmesi oldukça karışık ve bilimsel birikimlerin kombinasyonları ve iyi manejman yeteneği gerektiren ve besin maddelerinin hayvanın ve rumen mikroorganizmalarının gereksinimlerine göre dengelenmesini amaçlayan bir olaydır.
RUMEN FİZYOLOJİSİ
Ruminantları diğer hayvanlardan ayıran özellik dört bölmeden oluşmuş mideleridir: Rumen, retikulum, omasum ve abomasum. Bunlardan retikulum ve rumen bitişik oldukları için genelde beraber anılırlar. Ruminal mikroorganizmalar bu iki bölmede yaygınlık kazanmışlardır.
Kör kese olarak da anılan retikulum midenin ilk bölmesidir. Eğer hayvan metal vb. sindirilemeyen nesneleri yutarsa bal peteği görünümündeki mide duvarı bir elek gibi bunları eler ve bunların sindirim sisteminin daha da ilerlerine gitmesini önler. Retikuluma gelen yemler daha sonra parçalar halinde kusularak yeniden çiğnenir. Retikulum 2.5 galon kadar sindirilmemiş yem ve digesta içerebilir.
Rumen ise geniş ve delikli bir muskular organdır. Rumen gelişimi hacim, yapı ve mikrobiyal aktivitede artış olarak kendini gösterir ve de buzağı diyetlerinin sıvı yemden kuru veya silo yemine döndürülmesi ile başlar. Rumen normalde abdominal boşluğun sol tarafının neredeyse tamamen dolduracak bir hacimdedir.
Rumen 40 ile 60 galonluk bir fermantasyon fıçısı olarak algılanabilir. Bir tahmine göre bir çay kaşığı rumen sıvısında 150 milyar rumen mikroorganizması bulunmaktadır. Bu mikroorganizmalar protozoa, bakteri ve mantarlardan oluşurlar. Mikroorganizmalar sıcaklık, nem ve oksijensiz ortam isterler. Bu çevre koşulları da rumende doğal olarak vardır. Sıcaklık 100-108 fahrenhayt, pH eğer hayvan dengeli olarak besleniyorsa 5.8 -6.4 civarındadır ve bu değerler birçok tür bakterinin gelişimine olanak verecek sınırlardadırlar.
Omasumdan ise bazen manyplies( çoklu tabakalar ) şeklinde bahsedilir. Zira bu organ bir çok sümüksel yapıda katmandan oluşmuştur. Omasumda digestanın bir kısmı azalır ve su digestadan önce abomasuma geçer. Omasum 4 galonluk digesta içerebilecek bir hacme sahiptir.
Midenin dördüncü bölmesi ise gerçek mide olarak nitelendirilen ve enzimatik reaksiyonlar ile digestanın sindiriminin olduğu abomasumdur. Burası gerçek salgıların ve mide duvarından salgılanan enzimlerin etkili olduğu gastrointestinal sistemin ilk kısmıdır. Fonksiyonları domuz gibi tek mideli hayvanlardaki mide ile büyük oranda aynıdır. Hacimce 5 galonluk materyal içerebilir. Yemlerin burada kalma zamanları rumendeki süreye göre oldukça azdır. Abomasumda yemlerin bulunması HCI sekresyonunu uyarır. HCI de pepsinojeni pepsine çevirir böylece proteinler peptid zincirleri veya aminoasitler gibi daha küçük parçalara ayrılırlar. Abomasumda pH 2-4 gibi düşük değerlerdedir yani büyük oranda asit üretimi vardır.
Digesta buradan sıvı formda barsaklara geçer. Burada az bir çözünme olur ve sıvının akışkanlığı ile partikül akışkanlığı hemen hemen aynıdır. Digesta barsaklardan geçerken pH da yavaş artar. Bu enzimatik aktivite için oldukça önemlidir çünkü pankreastan ve intestinal mukozadan salınan enzimler genelde nötral ve bazik ortamlarda etkili olurlar.
Karaciğerde kolesterolden sentezlenen safra tuzları da bu pH değerinin sağlanmasında etkili olurlar. Ayrıca emülgatör gibi de işlev görerek lipaz enziminin etkisini artırırlar. Hem safra tuzları hem de pankreatik lipaz mide asitlerinin nötrleştirerek enzimlerin nişasta, protein ve lipidleri hidrolize etmesini sağlarlar. İnce barsak yapıtaşlarının emilimi için ana ortamdır.
Gelişmiş ruminantlarda kaba yemler ve tüm kolay yararlanılabilir karbonhidrat kaynaklarının yanı sıra nişasta da rumende fermantasyona uğrar. Ancak dane yemlerle aşırı beslemede ruminal fermantasyondan kurtulan nişasta %50 oranında azalır ve daha düşük bir sindirim söz konusu olur. Bu bağlamda glukoz ince barsakta absorbe edilebilir.
İnce barsağa ulaşan proteinler ruminantlarda 3 kaynaktan gelir.
* Rumen mikroorganizmaları tarafından muamele edilmemiş protein
* Bakteri ve protozoal hücrelerden oluşup, rumenden gelen protein
* Endojen protein denilen ve rumen veya intestinal mukozada yıpranan hücreler ve enzimlerden oluşan protein
Pankreatik ve intestinal proteazlar bunları aminoasitlerine kadar ayırırlar ve böylece ince barsaktan emilim sağlanır.
Barsak hücrelerine gelen lipidler de başlıca yağ asitlerine ve fosfolipidlere dönüşürler. Ruminal yıkımdan kurtulan trigliseritler ve mikrobiyal orijinli yağ asitleri pankreatik lipaz ile muamele sonucunda serbest yağ asitlerini oluştururlar. Bunlarda intestinal mukozal hücrelerden emilirler.
Bu noktaya kadar emilemeyen su, mineral maddeler, nitrojen ve uçucu yağ asitlerinin emilimleri de kalın barsakta olur. Kalın barsak ayrıca elektrolit dengesinde, bazı mikrobiyal fermantasyon olaylarında ve dışkının geçici olarak depolanması gibi olaylarda da homeostatik fonksiyonlara sahiptir.
RUMİNASYON ve TÜKRÜK SALGILANMASI
Ruminant hayvanlar yemi hemen tüketip daha sonra çiğneme yeteneğine sahip hayvanlardır. Bu işlem ‘ ruminasyon’ olarak bilinir. Basamakları ise yemin tekrar ağza gelmesi, yeniden çiğnenmesi, tükrük salgılama ve rumen digestasının yeniden yutulmasından ibarettir. Ruminasyon işlemi yemlerin partikül büyüklüğünü azaltarak mikrobiyal fonksiyonu artırır. Ayrıca yemlerin midenin bölümlerinden daha kolay geçmeleri sağlanır.
Ağza yeniden gelen materyal ‘bolus’ veya ‘cud’ olarak adlandırılır ve tükrükle kaplı çiğnenen materyal ile tükrükten ibarettir. Tükrük sindirim sisteminin en büyük salgısıdır ve miktarı direkt olarak hayvanın yemlenmeye ve ruminasyona ayırdığı zamana bağlıdır. Ergin bir ruminant günde 6-8 saat geviş getirmesi halinde 47.5 galon ve daha fazlası bir tükrük salgılayabilir.
Tükrük başta sodyum, fosfor, bikarbonat iyonları bakımından zengindir ve sindirim sisteminde tampon madde olarak da görev alır. Tükrük fermantasyon esnasında oluşan asitleri nötralize eder ve mikrobiyal bakteri gelişimi için gerekli ortam pH’sının korunmasına yardımcı olur.
Tükrük üretimi ruminant hayvanların diyetleri kontrol altında tutularak artırılabilir. Hayvanlarda daha çok çiğneme ile salgılanan tükrük miktarı da artar. Hayvanın çiğneme ile geçirdiği zaman da yemleme manejmanından ve yemlerin doğal yapısından etkilenebilir. Yemlerin partikül büyüklükleri, günlük yemleme sayısı, yem tüketim şekli vb. tükrük üretimini direkt olarak etkiler. Uzun samanlar fazlaca çiğnemeye neden olurlar. Ruminasyonu ve tükrük salgılanmasını artırırlar. Hücre duvarı bakımından zengin olan yemler ve NDF de ruminasyon zamanını artırır.
Yüksek nem içerikli çayır mer’a yemleri veya silajlar tükrük salgılanmasını azaltabilirler. Dane yemler veya peletler de salgılanmayı %20 oranında azaltırlar. Tükrük üretimi eğer hayvan yeterince lifli gıda tüketmezse de azalabilir.
RUMENİN FONKSİYONU
Rumende digestanın karışması ve yayılması sağlanır. Rumen hareketleri kaba yem partiküllerinin yeniden çiğnenecek duruma gelmesi, , hacminin azaltılması ve mikrobiyal sindirimde etkilidir. Hidratlanmış otlar, yoğun yem partikülleri vb. dip kısımda toplanma eğilimlidirler. Partiküller ruminal hareketler ve mikrobiyal fermantasyon sonucunda hacimce azaldıklarında rumeni terk etme eğilimine sahip olurlar. Mikroorganizmalar da sindirim sisteminin daha alt kısımlarına hareket ederler.
Rumen yapısı ve içeriği diyet özelliklerinden etkilenir. Süt hayvanları oldukça farklı yem hammaddelerinden oluşan ve farklı partikül büyüklüğündeki diyetleri tüketmeye başladıkları zamandan beri rumen içeriği üniform bir yapıya sahip olamamıştır. Kaba yemler, geniş, düşük yoğunlukta ve yüzen tabakalar halinde rumen de yer alırken, yoğun yemler genelde rumenin dip kısmına çökmektedirler. Yüzen kısımlar daha çok kaba yemlerden oluşurlar. Eğer otlar iyi parçalanmışsa ve NDF içerikleri düşükse rumende yüzen kısımlar da daha az olurlar.
Rumenin fermantasyon fıçısı olması ve belirli bakterileri içermesi burada gazların oluşumuna neden olur. Bu gazlar rumenin üst parçasında bulunurlar ve genelini karbondioksit ve metan oluşturur. Gazların oranı rumen ekolojisine ve fermantasyon dengesine bağlıdır. Genelde karbondioksit, bir kısmı da metana dönüşmesine rağmen gazların 2/3’ ünü oluşturur. Yaklaşık olarak 132-264 galon fermantasyon gazı her gün geğirmek suretiyle atılır.
Rumenin mukozal yüzü papilla denilen ve absorbsiyona sahne olan oluşumlarla kaplıdır. Bunların dağılımı, sayısı ve hacmi, kaba yem yoğun yem oranı, yemleme alışkanlıkları, yemden yararlanma ve sindirilebilirlikle yakından ilişkilidir.
Eğer hayvanın rasyonunda bir değişiklik olursa, örneğin kaba yem/ yoğun yem oranı değişirse veya kurudaki hayvanın rasyonu ile laktasyondaki hayvanın rasyonu değiştirilirse bu durumda bu değişimim rumen papillalarının değişime ayak uydurmasına olanak verecek şekilde kademeli olarak yapılmalıdır. Genelde 2-3 haftalık bir adaptasyon periyoduna gerek duyulur.
Rumen papillalarının gelişimi bazı asitlerin yemlerin fermantasyonu neticesinde üretimine bağlıdır. Yoğun yem tüketiminde bütürik ve propiyonik asitlerdeki artışa bağlı olarak ruminal epitellere doğru artan kan akışı epitel hücrelerin oluşumunu destekler. Papillalar diyete ve fermantasyon ürünleri asitlerin üretimine bağlı olarak ya hacim ve sayı bakımından gelişir ya da hacimce küçülür.
RUMEN MİKROBİYOLOJİSİ
Süt sığırlarının yemlenmelerinde diyetteki besin maddelerinin dengelenmesi rumen ortamının mikrobiyal üreme ve gelişime olanak şekilde ayarlanmasını sağlar. Gereksinimler göz önünde bulundurulurken hem rumen mikroorganizmalarının hem de hayvanın gereksinimleri anlaşılmalıdır.
Rumendeki mikrobiyal populasyon, bakteri, protozoa ve funguslardan oluşur. Genelini de 1 g rumen sıvısında ortalama olarak 1010 veya 1011 civarında bulunan bakteriler oluşturur.
Bakteriler de kendi aralarında ana fonksiyonlarına ve farklı yapısal özelliklerine göre sınıflandırılabilirler. Ayrıca etki ettikleri substratlara ve göre de sınıflandırılan bakteriler genelde 8 grup altında incelenirler. Bu türler selüloz, hemiselüloz, şekerler, yağlar, orta uzunluktaki yağ asitleri ve proteinleri parçalayıp metan üretirler. Sınıflandırma genişletilirse pektinden yararlananlar ve amonyak üretenler de dahil edilebilir.Bakterilerin çoğu birden fazla substrata etki etme yeteneğindedirler.
Metan üreten bakteriler rumende tüm fermantasyon olaylarına etki edebildiklerinden ayrı bir öneme sahiptirler. Metan üretimi de rumendeki hidrojen konsantrasyonunun düşük düzeyde kalmasında önemlidir. Bu da fermantasyonun daha etkili olmasında önem taşır. Metan üreten bakterilerin neden oldukları hidrojen miktarındaki azalma hidrojen üreten bakterilerin de durumu dengelemek adına daha fazla üretime zorlanmalarına neden olur ki bu da ilgili bakterilerin sayıca artmalarına ve sonuç olarak da ruminantların kullanacakları mikrobiyal proteinin artmasına neden olur.
Rumendeki protozoalar da 1 g rumen sıvısında yaklaşık olarak 105-106 civarındadır ve bunlarda yemleme rejiminden etkilenirler. Genelde yemlerin yüksek sindirilebilir yetenekte olmaları durumunda protozoaların oranı artar. Bazı protozoa grupları rasyon yüksek oranda çözünebilir şeker içerirken artar ise de bazıları da yüksek nişasta içeriklerinde artar.
Protozoalar protein kaynağı olarak da kullanılabilirler. Ayrıca fermantasyon son ürünlerinin stabilizasyonunda da etkilidirler. Protozoalar, bakteriler ve mantarlar gibi selüloz sindirimini de desteklerler.
Aneorobik funguslar ise rumen mikroorganizmalarının ne son ortaya çıkarılan grubudur. Genelde ot ağırlıklı rasyonlar ile beslemede bu canlılar toplam rumen mikrobiyal populasyonunun %8’ine kadar çıkabilirler. Hala tam olarak aydınlatılamamış olsa da bu canlıların aktivitelerinin önem taşıdığı bilinmektedir. Ksilanları ve selülozu parçaladıkları bilinmektedir.
Rumen mikroorganizmalarının rumende 3 adet lokalize olma şekli vardır. İlki sıvı fazdır. Rumen sıvısındaki mikrobiyal gruplar, çözünebilir karbonhidratlar ve proteinler üzerinde bulunurlar. İkinci faz olan katı fazda ise mikroorganizmalar polisakkaritler, selüloz ve zor çözünen protein kaynakları vb. besin maddelerini hedef alırlar. Bu, mikrobiyal populasyonun % 70’ine varan bir oranda olabilir. Son faz ise yaklaşık olarak % 5 oranında söz konusu olan ve genelde rumen epitel hücrelerine yapışık olan durumu ifade eder.
Rumen ortamında önemli oranda bir bulaşma vardır. Bakterilerin rumendeki miktarlarının korunabilmesi için üreme zamanlarının rumen digestasındaki dönüşümlerinden daha kısa olması gerekir. Ayrıca süt sığırlarının yemlenmeleri de rumen mikroorganizmalarının hem sayı hem de oranlarını etkiler.
Mikrobiyal üremenin göz önünde tutulması tüm ruminantlarda yem değişimi yapılırken zorunludur. Rasyonlardaki büyük değişimler rumen mikroorganizmalarının da gelişime ayak uydurabilmesi için belli bir geçiş sürecini gerektirir. Bu adaptasyon devresi birkaç günü alabilir. En sık karşılaşılan sorunlardan biri rasyondaki ani değişimlere bağlı olarak özellikle kolay yararlanılabilir karbonhidratlarda meydana gelir. Bunları kullanan mikroorganizmaların sayısındaki artış ise laktik asit üreten ve ondan yararlanan bakterilerin sayısında artışa neden olur. Bu da rumen pH sında asidik ortama doğru bir yönelmeye ve 5.5’un altına düşmeye neden olur.
Rumen pH sı mikrobiyal populasyonu ve uçucu yağ asitleri üretimini etkileyen birçok faktörden biridir. Farklı pH koşullarında işlevlerini sürdüren iki temel bakteri grubu vardır. Bunlardan birincisi olan fiber digester olarak adlandırılanlan bakteriler genelde 6.2- 6.8 pH seviyelerinde etkili olurlar. Selülotik ve mategonik bakteriler pH 6.0’ın altına düşmeye başladığında azalabilirler. Nişasta sindirimi üzerine etkili olanlar ise asidik bir ortamı tercih ederler. (5.2-6.0). Protozoaların belirli tipleri de pH 5.5’un altına düştüğünde müthiş bir baskı altına girerler. Normal yemleme düzeninde rumen pH’sının 5.8-6.4 arasında olması istenir.
RUMENDE MİKROBİYAL SİNDİRİM
Rumen, rumen mikroorganizmalarının karbonhidratları, protein ve selülozu sindirebilmek için iyi bir ortam sağlar. Bu sindirim sayesinde enerji veya uçucu yağ asitleri ve mikrobiyal proteinler hayvan tarafından kullanılabilir.
Karbonhidratlar
Yapısal ve yapısal olmayan karbonhidratlar rumen fermantasyonuna maruz kaldıklarında uçucu yağ asitlerini oluştururlar. Bunlar da miktarlarına göre asetik asit, propiyonik asit, bütirik asit, iso bütirik asit, valerik ait, iso valerik asit ve diğerleri olarak sıralanabilir. Uçucu yağ aitleri hayvanın enerji gereksiniminin %80’lik bir kısmını sağlayabilirler.
Asetik asit genelde toplam uçucu yağ asitleri içinde %50- 60’lık orana sahiptir. Miktarı kaba yem ağırlıklı rasyonlarla artar. Asetat, yağ asiti sentezi için kullanılır ve adipoz dokudaki lipogenez olayının başlatıcısıdır. Bazı asetatlar ise kas metabolizması ve vücut yağı için de kullanılır. Yeterli miktarda asetik asit sentezi süt yağının da yeterli oranda olması için esansiyeldir.
Eğer lif oranları rasyonda düşerse asetik asit seviyesi de buna bağlı olarak azalır. Bu ayrıca rasyonlarda aşırı oranda yoğun yem kullanılması veya pelet yem gibi sıcaklık ile muamele edilmiş yemlerin kullanılması ile de söz konusu olabilir.
Propiyonik asit de toplam uya içinde %18-20 dolaylarında bir orana sahiptir. En yüksek oranına rasyondaki artan yoğun yem konsantrasyonu ile erişir. Bu asit glukojenik etkili olup karaciğer vasıtasıyla kan glukoz kaynağı olarak da kullanılabilir. Ayrıca laktoz sentezinde de kullanılabilir.
Bütirik asit ise %12-18 oranındadır ve rumen duvarından enerji sağlamak için kullanılabilir. Rumen epitelinden emilimi sırasında büyük oranda keton cisimlerine dönüşür. Beta- hidroksibütirik asit de zaten keton cisimlerinin %80’lik bir kısmını oluşturur. B- hidroksibütirik asit ayrıca adipoz dokudaki yağ asitleri sentezinde de etkilidir.
Uya sentezi büyük oranda rasyona ve rumendeki metan oluşturan bakterilerin populasyonuna bağlıdır. Oranlar büyük oranda pH’ya da bağımlıdır.
Uçucu yağ asitlerinin geneli rumen duvarından pasif olarak emilir. Retikulum ve rumen duvarında meydana gelen bu emilim rumen pH’sının sabitliğinin sağlanması bakımından önemlidir. Bu olay ayrıca selülotik bakterilerin gelişimlerinin devamlılığı bakımından da önem taşır. Rumen duvarından emilmeyen uçucu yağ asitleri de daha alt kısımlara ilerleyerek omasum veya abomasumdan da emilebilirler.
Rumen duvarından emilim ise yağ asitinin zincir uzunluğundan ve rumen pH derecesinden etkilenir. Bütüratlar propionatlardan, propionatlar da asetatlardan daha çok emilirler.
Net absorbsiyon sonucunda kana geçen uya miktarı rumendeki uya konsantrasyonu ve rumen duvarından emilen miktara bağlıdır. Rumen duvarından emilim sırası bütürat, propionat ve asetat şeklinde olur. Rumendeki daha yüksek konsantrasyonlar ve rumen duvarından düşük oranda değerlendirilmesi sonucunda asetat kana en çok geçen uya olur ve bunu da propionat izler. Bütürat ise rumendeki düşük konsantrasyon ve rumen duvarında yüksek oranda metabolize olmasından dolayı kanda çok az bulunur.
Laktik asit de eğer rasyon nişasta içeriyorsa önem taşır ve asetat, propionat ve bütüratlara fermente olur. Laktat takdim edildiğinde direkt olarak rumen duvarından emilir. Laktik asit, süt hayvanlarının rasyonları dengeli ve manejman iyi ise çok fazla oranda birikim yapmaz. Eğer dane yemlere kademeli olarak geçiş yapılırsa laktik asit bakterileri gelişir ve kolay fermente olabilir karbonhidrat tüketimine bağlı olarak meydana gelen laktik asit artışına sadece bir süre için izin verirler, sonra durum kontrol altına alınır.
Esas sorun aşırı oranlarda nişasta veya tahıl vb. içeren rasyonların kullanılmasında gözlenir. Toplam laktat rumen asit içeriğinin %50 ile 90’ına ulaşabilir. Bunun da rumen duvarından emilerek kana geçmesi, yemden kesilme, laminitis gelişimi ve verimlerde düşme ile karakterize sistemik asidozis denilen hastalığa neden olur.
Proteinler
Rumen mikroorganizmalarının bir diğer kritik işlevi de mikrobiyal protein sentezidir. Bu proteinin biyolojik değeri %66-87 civarında değişir.rumen mikroorganizmaları diyet proteininin biyolojik değerini azaltabilir veya artırabilir.
Rumen bakterilerinin çoğu amonyağı bir nitrojen kaynağı olarak kullanabilirler. Bazıları ise gerçek protein veya belirli aminoasitlere de gereksinim duyabilirler.
Amonyak rumende mikroorganizmaların diyetteki proteini ve protein olmayan nitrojenli bileşikleri(üre vb.) hidrolize etmeleri sonucunda ortaya çıkar. Amonyak rumenden bazı yollarla ayrılı. Örneğin mikroorganizmalar tarafından kullanılır, rumen duvarından emilir veya abomasuma gidebilir.
Rumen mikroorganizmaları tarafından kullanılamayan amonyak direkt olarak rumen duvarından absorbe olur. Absorbsiyon oranı, rumen pH’sına, amonyak konsantrasyonuna bağlıdır. Emilim pH’nın 6.5 veya daha fazla olduğu ortamlarda hızlıdır, 4.5 civarında nedeyse sıfırdır. Amonyak konsantrasyonu rumende 100 mg/dl sınırını aştığında amonyak zehirlenmesi görülür. Bu durumda rumen pH’sı 8’in üzerinde, plazma amonyak konsantrasyonu da 2 mg/dl seviyesindedir.
Protein tabiatında olmayan üre gibi nitrojenli bileşiklerin kullanılması protein ilavesi masrafını azaltır. Üre rumen mikroorganizmaları tarafından mikrobiyal sentezde kullanılmak üzere amonyağa parçalanır. Bu mikroorganizmalar protein tabiatında olmayan nitrojenli bileşikleri kullanabilme yeteneğindedirler. Bu işlemler sırasında amonyak, aminler, amidler, nitratlar oluşur ve bunlarda nitrojen kaynağı olarak değerlendirmeye alınırlar.
Mikrobiyal protein hayvansal proteine denk bir biyolojik değer taşır ve bitkisel proteinlerin çoğunu da içerdiği esansiyel aminoasitler bakımından geride bırakır. Ancak rumen mikroorganizmaları hayvanın gereksinim duyduğu esansiyel aminoasitlerin tümünü sentezleyemez.
Aminoasitlerin emilimleri ve değerlendirilmeleri incebarsaklarda olur. Çoğu, vücut proteinlerinin yapımında veya süt proteini vb. yapımında kullanılır. Bazıları da kan glukoz seviyelerinin temini ve enerji gereksiniminin karşılanmasında da kullanılır.
Lipidler
Rumen mikroorganizmaları lipidleri hemen ve ileri derecede modifiye eder. Galaktolipidlerin ve trigliseridlerin mikrobiyal metabolizmaları, hidrolizleri ile başlar. Gliserol ve galaktoz kısımları hemn uçucu yağ asitlerine fermente edilir. Serbest yağ asitleri, rumen pH’sında nötralize edilir ve bakterilerin ve yem partiküllerinin üzerine yapışırlar. Rumen mikroorganizmaları yağ asitlerini enerji kaynağı olarak kullanamazlar. Lipidlerin yıkılımlarında rumen mikroorganizmaları dehigrogenasyon olaylarında ön plana çıkarlar. Örneğin yağ asitlerine hidrojen ekleyebilirler. Mesela oleik asitin, stearik asite dehidrogenasyonu örnek olarak verilebilir.
Vitaminler
Rumen ayrıca b kompleks vitaminleri ile k vitaminini sentezleme yeteneğine de sahiptir. Böylece hayvan rasyonlardaki vitamine daha az bir bağımlılık gösterir. Eğer kobalt rasyonda yeterince varsa genelde hayvanda kobalamin eksikliği pek görülmez.
SÜT SIĞIRLARININ BESLENMESİNDEKİ TEMEL KAVRAMLAR
Ruminantlar, selülozu ile insanlar ve tek mideli hayvanlarca değerlendirilemeyen besin maddelerini değerlendirip, onları et, süt gibi besinlere çeviren mükemmel bir yeteneğe sahiptirler.
İnsan tüketimine hitap etmeyen arazideki besin maddeleri, ruminantlarca değerlendirilebilir. Sözgelimi yonca veya mısır silajı düşük maliyetli ama etkili birer yem kaynağıdırlar.
Ruminantlar, insanlar tarafından değerlendirilemeyen bu kaynakları değerlendirebilmelerine rağmen beslenmelerindeki belirli bazı temel kuralların unutulmaması, performansın optimum olabilmesi adına önemlidir.
Bu konuda ana kavramlar genelde yemleme pratiği, yapısal ve yapısal olmayan karbonhidrat fraksiyonları ve çeşitli kaynaklardan gelen protein fraksiyonlarıdır denilebilir.
Lifli (selülozik) materyal genelde rumen fonksiyonlarının sağlıklı olarak devam edebilmesi bakımından esansiyeldir. Eğer rasyon yetersiz oranda kaba yem içeriyorsa hayvanlarda çiğneme süresinin azaldığı ve tükürük sekresyonunun da buna bağlı olarak gerilediği bilinir. Bu durum da tükrük salgısının rumendeki tampon özelliği azalır ve rumen pH’sında düşüşler görülür.
Eğer rumen pH’sı 6.0’ın altına düşecek olursa, selülotik mikroorganizmalar olumsuz etkilenir ve sayıları da azalır. Bunu propionat üreten mikroorganizmaların artışı izler. Bu durum ise asetat / propionat oranını azaltır ve sonuçta süt yağında da bir düşüş gözlemlenir.
Partikül büyüklüğü de kaba yemlerin ve rumendeki selüloz değerlendirilmesi bakımından önemlidir.
Kaba yem oranı azaltılmış bir rasyon, kuru madde tüketimini artırır, sindirim derecesini rumende kalma süresini düşmesine bağlı olarak azalır. Rasyonların düşük oranda kaba yem içerir halde kısa bir zamanda çiğnenip ve yutulup rumene gelmesini, rumeni de hızlı terk etmeleri izler. Bunu kuru madde tüketiminin artışı izler çünkü rumenden geçiş hızlıdır ama bu da partiküllerin mikroorganizmalar tarafından muamele edilememeleri sonucunu doğurur.
Kaba yem uzunluğuna ilaveten yemin lif içeriği de önemlidir.bu karbonhidratların yavaşça parçalanması ve rumen pH’sının kontrolü için önemlidir. ADF ve NDF, rasyonlarda en çok kullanılan lif fraksiyonlarıdır. Laktasyonun erken dönemindeki hayvanlarda, yüksek verim için toplam rasyon kuru maddesinin ADF oranının %18-20, NDF oranının da %28-30civarında olması önerilir. Özellikle NDF ve partikül büyüklüğünün bilinmesi, rasyonlardaki etkili lif oranının belirlenmesinde önem taşır. Ancak rasyondaki her lif eşit değerde değildir.
Liflerin sindirilebilirliği de farklı nedenler bağlı olarak değişiklik arz eder. Örneğin bazı yan ürünlerdeki lifler, kaba yemlerdeki aynı liflere göre daha yüksek bir sindirim derecesine sahip olabilir ve daha hızlı sindirilebilir. Düşük kaliteli kaba yemlerin lifleri ihtiyacı tam olarak karşılayamayabilir. Çok olgunlaşmamış kaba yemlere ait lifler de hızlı bir şekilde sindirilerek, yetersizliğe de neden olabilirler.
Rasyon hazırlarken ana mantık olarak hem rumen ortamı hem de hayvanın kendisinin göz önünde bulundurulmasıdır. Danelerin yetiştikleri toprak özellikleri, yuvarlaklıkları, hamlıkları, buharla muameleleri vb. işlemler danelerin ve dolayısıyla rasyonun sindirilebilirliğini de etkiler.
Tahılların öğütülmesi, endospermin ayrılması gibi işlemler de rumen mikroorganizmalarının yeme etkisini artırır. Isıl işlem de nişastadan yararlanma oranını artırır. Bu genelde jelatinizasyon ve nişasta granüllerinin parçalanmasına dayalı buharlama gibi bir işlem şeklinde gerçekleşir. Tahılların işlenme tipi, yoğun yem,yapısal olmayan karbonhidratların toplam kuru madde tüketimindeki payı, hayvanların performansı üzerinde muazzam bir etkiye sahiptir.
Burada hücre duvarı içeriği ve yapısal olmayan karbonhidratlar(NSC) arasındaki denge de gerek hayvan sağlığı gerekse verimler bakımından önem taşır. Etkili lifler rasyonda karbonhidratların yıkılımının yavaş olması ve de rumen pH’sının ani düşüşlerinin önlenmesi bakımından önem taşır. NSC veya şekerler ile nişastalar, hayvanın ve rumen mikroorganizmalarının gereksinim duyduğu enerjinin sağlanması bakımından önem taşırlar.
NSC ve NDF oranlarının dengelenmesindeki ana amaç, rumen pH’sının kontrolüdür. Mikrobiyal protein ve b kompleks vitaminlerinin sentezlenmesi için optimum rumen pH’sı 5.8-6.4 arasında değişir. Bu aralık özellikle geleneksel yemleme sistemlerinde gün içinde düşük oranda olsa da artış veya azalışlar gösterir.bu dalgalanmalar toplam harmanlanmış rasyon (TMR) uygulamalarında en aza iner.
Gereksinim duyulan liflerin sağlanması, protein nitrojeninin dengeli olması, minerallerin ayarlanması gibi birçok yoldan rumen pH’sını ayarlamak maksadıyla yararlanılabilir. Rumen pH seviyeleri ve günlük dalgalanmalarının geneli, yemleme sistemleri ve manejmanından etkilenmektedir. Geleneksel yemleme sistemlerinde, rumen pH’sında oluşan çan eğrisi şeklindeki eğrinin oluşumunun önlenmesi bu bakımdan önemlidir.
Tampon maddeler de rumen pH’sının kontrol edilmesinde etkilidirler. Sodyum bikarbonat en yaygın kullanılan buffer olarak göze çarpar. Buffer maddelerden en iyi yararlanma, rasyonların geniş oranda mısır silajı, yüksek nem içeren mısır veya düşük oranda selüloz içermeleri ile mümkün olmaktadır.
Karbonhidrat fraksiyonları arasındaki dengeye ilaveten, özellikle yüksek verimli hayvanlarda rumende parçalanabilir ve by-pass protein arasındaki oran da aminoasit gereksiniminin karşılanması bakımından önemlidir. By pass protein aminoasit gereksiniminin karşılanması bakımından önem taşırken, rumende parçalanan protein ise mikroorganizmaların nitrojen gereksinimlerinin karşılanması adına önemlidir.
Rumen mikroorganizmaları her ne kadar düzenli çalışan canlılar olsalar da , beslemeciler onların duyarlı oldukları substratları da bilmek ve rasyonlarda da bunlardan sakınmak zorundadırlar. Rumen mikroorganizmaları aşırı ve birden değişim gösteren protein, amonyak, üre ve rasyondaki yağ tipine karşı duyarlıdırlar. Kalsiyum, fosfor, kükürt, bakır, magnezyum ve kobalt gibi mineraller de seviyelerine bağlı olmak üzere yüksek veya düşük oranda tüketildiklerinde sorun yaratabilirler.
Anormal fermente olan materyaller, rumende uçucu yağ asitleri ve laktik asit konsantrasyonunu değiştirebilir. Bu durum pH’nın normalden saptığı durumlarda veya yem materyalinin nem içeriğinin normalden saptığı durumlarda daha sıklıkla söz konusu olabilir. Bozulmuş, çürümüş yemlerin kullanımı, mikotoksinler, üretimi olumsuz etkiledikleri gibi abomasum kayması gibi durumlara da sebep olabilirler.
Su da, aşırı oranda bakteri veya ağır metalle kontamine olmuşsa ya da klor gibi elementleri fazlaca içeriyorsa rumen mikroorganizmaları üzerine etki edebilir. Aşırı oranda asidik veya alkali olması da sorun yaratabilir. Gerekli durumlarda örnekler alınarak kontrol edilmek üzere laboratuarlara gönderilmelidir.
KURU MADDE TÜKETİMİ VE SIĞIRLARDAKİ ETKİLERİ
Yemleme manejmanının ana amacı sığırlarda kuru madde tüketimini artırmaktır. Bu artış süt veriminde de artışa olanak sağlar. Buna ilaveten, enerji, rasyonun sindirilebilirliği, rumenin doluluğu, lezzetlilik, sıcaklık, vücut ağırlığı, yemleme koşulları, çevre ve havalandırma, yemleme sıklığı, su tüketimi ve kalitesi de önem taşır. Her kategorideki optimal koşulların sağlanması neticesinde kuru madde tüketimi de istenen seviyede olur.
Laktasyondaki ineklerin geneli enerji gereksinimlerini tatmin etmek için yem tüketirler. Enerji gereksinimlerinin karşılanmaması durumunda ise vücut rezervlerinden yararlanmaya başlarlar. Bu amaçla genelde yağlardan yararlanılır ve enerji ihtiyacı bir miktar da olsa karşılanır.
Yüksek verimli hayvanlar kuruya çıkmadan evvel iyi bir kondüsyonda olmalıdırlar. Ancak aşırı yağlanmaları da önlenmelidir. Çünkü bu durumda yemden kesilme, ketozis, buzağılamada zorluklar, mastitis gibi infeksiyonların daha sık görülmesi söz konusu olabilir. Düşük verimli ve laktasyonun son döneminde olan hayvanlar bazen enerji gereksinimlerinin üzerinde de yem tüketebilirler. Bu hayvanlarda bu istenmeyen durumlarla karşılaşılabilir. Kurudaki inekler eğer olanak verilirse, gereksinimlerinin iki katını tüketebilirler.
Rasyonun sindirilebilirliğinin çok düşük olması durumunda da hayvan o yemden pek yemez. Eğer rasyon enerjisi 66 Mcal NEL seviyesinden düşük ise, yüksek verimli hayvanların enerji gereksinimlerinin bu rasyonla sağlanması imkansız hale gelir.
Yüksek süt verimli sığırlar için önerilen yüksek kaliteli rasyonlar, yaklaşık olarak 74 Mcal/kg NEL içermektedir. Fazla oranda yoğun yem içeren, buna karşın kaba yem içeriği düşük olan rasyonlar, yem tüketiminin baskı altına alınması, süt verimi ve sağlığın olumsuz etkilenmesi gibi istenmeyen durumlara neden olurlar. Düşük kaliteli otlar düşük enerji içeriklerinden dolayı, yem tüketimini olumsuz etkileyebilirler. Yetersiz ot veya dane yem verilmesi de sindirilebilirliği baskı altına alabilir. Performans veya toplam rasyon kuru maddesi azalır.
Rasyonlar düşük sindirilebilirlikte olduklarında rumen doluluğu hemen elde edilir. Bu rasyonlar yavaşça ve daha az sindirilirler, rumenden geçiş hızları da daha düşüktür. Rumen dolduğunda, beyine giden bir sinyal ile tüketim durur ve ayarlanır.
Sodyum bikarbonat vb. kullanımında rumen pH’sının artmasına bağlı olarak kuru madde tüketimi ve sindirilebilirlik artırılabilir. Toplam süt veriminin artması ve yağ oranındaki artış da bu tip yem katkıları ile sağlanabilir.
Lezzetlilik de özellikle geleneksel yemleme sistemlerinde önem taşır. Bazı yem hammaddeleri ve katkılar geleneksel olarak verildiklerinde yoğun yem tüketimini toplam harmanlanmış rasyon uygulamasında verilmelerine göre olumsuz etkileyebilirler.
Yemleme koşulları ve çevre sıcaklığı da yem tüketimini etkileyen faktörlerdir. Sıcaklı 650 F, nem de %65 sınırını aştığında süt ve sütteki yağ oranında düşüşler görülebilir. Esas düşüşler ise sıcaklık 800 F, nem de %80’i , geçtiğinde gözlemlenir. Böylece kuru madde tüketiminde mevsime bağlı etkiler vardır denilebilir, zira kuru madde tüketiminde artışlar da soğuk hava koşullarında meydana gelir. Kaba em kalitesi ve yoğun yem enerji içeriğinin yanı sıra , protein seviyeleri, mineraller ve etkili lifler genelde yaz aylarında tüketimin artırılması için önemlidirler. Barınaklardaki kötü havalandırma koşulları, sıcaklığı ve nemi artırıp, kötü kokulara imkan tanıyabildiğinden (amonyak vb.) hayvanın o bölgelerde durmak istememesine ve sonuçta tüketimin azalmasına neden olabilirler.
Kuru madde tüketimindeki düşüş sıcaklık, çürüme vb. durumlarda yemlerin veya TMR’ ın tüketimindeki düşüş ile de meydana gelebilir.Bu durumda ilgili yemleri, silolardan uzaklaştırmak ile minimize edilebilir. Yoksa bu yemler anormal fermantasyona sebep olacaklarından tüketim baskı altına alınır. Mikotoksinler gibi bazı toksinler, alkoloidler, tanin bu tip problemlere sebep olabilir. Bunların performans üzerindeki olumsuz etkilerinden sakınmak için özellikle yaz aylarında, yemlerin tazeliklerinin korunmasına ve kızışmalarının önlenmesine dikkat edilmelidir. Bu hususlara özellikle laktasyonun başlangıcındaki hayvanlar ile yüksek verimli hayvanlarda dikkat edilmelidir.
Yemleme sıklığının artırılması, dengeli bir rasyon amacına uygun olarak kullanılıyorsa çok gerekli olmayabilir. Ancak günlük 3 kere gibi sık yemlemeler bazı durumlarda da, toplam kuru madde tüketimi, süt verimi ve yemden yararlanma oranının yüksek olması bakımından gerekli olabilir.
Su tüketimi ve kalitesi de sıklıkla gözden kaçırılsa da kuru madde tüketimini etkileyen önemli faktörlerdendir. Hayvanlara bol ve temiz su sağlanmasına ilaveten, sulama aletleri de yeterli tüketime olanak verecek şekilde fonksiyonel olmalıdır. Suyun kimyasal ve bakteriyel kalitesi de olası kontaminantlara karşı kontrol edilmelidir.
Dengeli bir rasyon, iyi bir sindirilebilirlik, iyi bir kuru madde tüketimi ve iyi bir yemden yararlanma anlamına gelir. Rasyonların dengelendirilmesi yanında minimum kaba yem ihtiyacı, maksimum yoğun yem konsantrasyonu, etkili lifler ile lezzetlilik gibi fiziksel koşullar da unutulmamalıdır.